ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMA KASTIYLA YAPILAN MİRAS REDDİNİN İPTALİ DAVASI (TMK 617 MD)

ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMA KASTIYLA YAPILAN MİRAS REDDİNİN İPTALİ DAVASI (TMK 617 MD)

 

Tenkis davası, kural olarak, saklı paylı mirasçıların miras bırakanın tasarruf oranını aşan kazandırmaların bu oranda etkisizleştirilmesini talep ettikleri yenilik doğuran bir davadır. Saklı payı ihlal edildiği halde bu davayı açmayan mirasçının iflas etmiş veya borç ödemeden aciz içinde olması halinde, bu tutumunun alacaklıları olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Yasada belirli koşullar altında, tenkis davası açmamış olan mirasçının alacaklılara tenkis davası açma imkânı tanımıştır.

Saklı paylı mirasçı kendisine ihtar çekilmesine ve dava açılması için uygun süre verilmesine rağmen tenkis davası açmadığı takdirde, söz konusu mirasçı iflas etmişse iflas dairesi borç ödemeden aciz halinde ise alacaklıları, tenkis davası açma hakkına sahiptir. Yasada ihtarın şekli ile ilgili bir şart öngörülmediğinden her şekilde yapılması mümkündür.

Mirasçının borç ödemeden aciz belgesi sahibi olan alacaklısı veya iflas idaresinin tenkis davası açabilmesi için, saklı paylı mirasçıya tenkis davası açılması yönünde ihtar edilmiş olması yeterlidir. Ayrıca mirasçının, alacaklılara zarar vermek amacıyla dava açmaktan imtina etmesi şartı aranmaz.

Davayı takip etmeyen mirasçıların açacağı tenkis davasına, alacaklılar fer’i müdahil olarak katılabilirler. Mirasçının alacaklısı, artan miras payına sahip olmaz, sadece bu artan değer üzerinden alacağını talep edebilir.

Alacaklılar tarafından açılabilecek tenkis davası bakımından, saklı paylı mirasçının borç ödemeden aciz halinde olması ispatı gereken bir koşul vakıadır. Farklı bir ifade ile bu dava neticesinde lehine hüküm kurulabilmesi için davacı/alacaklının, saklı payı mirasçıya karşı yürüttüğü takibin aciz vesikası ile sonlandığını ispat etmesi gerekir.

İflas idaresi ve borç ödenmeden aciz belgesi sahibi alacaklılar da tıpkı saklı payı ihlal edilen mirasçı gibi, saklı payın ihlal edildiğinin öğrenilmesinden itibaren bir yıl ve her halde mirasın açıklanmasından itibaren on yıl içinde tenkis davası açmalıdırlar. Bu süreler, hak düşürücü sürelerdir. Fakat alacaklılar ve iflas dairesi bakımından sorun, bir yıllık sürenin nasıl başlayacağıdır. Belirtmek gerekir ki; bir yıllık süre mirasın açılmasından sonra işlemeye başlayacaktır.

TMK m. 570 hükmü gereğince tenkis, saklı pay tamamlanıncaya kadar öncelikle ve birden fazla olması halinden orantılı olarak ölüme bağlı tasarruflardan yapılır. Eğer buna rağmen saklı pay elde edilememişse o takdirde tenkis, miras bırakanın ölüm anından geriye doğru- en yenisinden en eskisine doğru- tenkise tabi sağlar arası kazandırmalardan yapılır.

Tenkis davası şahsi ve nispi bir talep hakkı doğurduğu için, sadece lehine tenkise tabi sağlar arası tasarrufun yapıldığı kişiye açılacaktır.

 

Davanın Sonuçları

Öğretide ittifakla, saklı payı ihlal edilen mirasçı tarafından açılan tenkis davası hükmü ile saklı payı ihlal eden kazandırmanın tenkis edilen bölümünün davacı mirasçının malvarlığına dönmeyeceği; dolayısıyla ya tenkis davası ile birlikte ya da sonrasında bir eda davası açılması gerektiği kabul edilmektedir. Yargıtay ise, usul ekonomisi bakımından, tenkis konusu malın lehtarın eline geçmiş olması halinde, tenkis talebinin eda talebini de içerdiğini kabul etmektedir.

Tasarrufun İptali Davası ile Karşılaştırılması

TMK m. 562 uyarınca alacaklı tarafından açılabilecek tenkis davası da, tıpkı tasarrufun iptali davasında olduğu gibi, borçlu/saklı paylı mirasçının malvarlığının yeniden tesisi amacına yönelir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, tenkise konu edilecek işlemin aynı zamanda mirasçının yaptığı bir kazandırma işlemi olmasının mümkün olmamasıdır. Zira tenkis, miras bırakanın mirasçılardan biri ya da üçüncü kişi lehine yaptığı kazandırma nedeniyle diğer mirasçıların saklı paylarındaki azalma olması durumunda söz konusu olur. Bu durumda, iptal davası ancak mirasçılar arasındaki işlemler nedeniyle açılabilir ki; bu işlemler de tenkis davasının konusunu oluşturmaz.

TMK m. 617 Kapsamında Mirasın Reddinin İptali Davası

TMK m. 617’de özel bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre, borca batık olan veya iflas etmiş mirasçının, alacaklılarına zarar vermek amacıyla mirası reddetmesi halinde, kendilerine yeterince güvence de verilmezse, alacaklılarına ya da iflas idaresine ret tarihinden başlayarak altı ay içerisinde mirasın reddinin iptali için yenilik doğuran bir dava hakkı tanınmıştır. Sadece iradi ret halinde alacaklıların veya iflas idaresinin, mirasın reddinin iptali davası açması mümkündür. Hükmen ret kararına karşı alacaklıların başvurabileceği yegâne yol, mirasçı hileli davranışları ile hükmen ret kararının alınmasını sağlamış ise ve diğer şartları gerçekleşmiş ise yargılamanın iadesidir.

Reddin iptali davasının söz konusu olabilmesi için mirası reddeden mirasçının, yasal veya atanmış bir mirasçı olması gerekir. Mirası reddeden bir vasiyet alacaklısının borca batık olması halinde, alacaklılarının mirasın reddinin iptalini talep etme olanağı yoktur. Alacağın, mirasın reddinden önce doğmuş olması gerekir.

Mirasçının alacağı reddetmesi halinde mahkemede alacağın varlığına ilişkin kanaat oluşturacak delillerin gösterilmesi yeterlidir. Yoksa alacaklı olduğunu kesin bir şekilde ispat etmesi gerekmez.

Davanın konusunu, reddedilen mirasın mirasçısının malvarlığına eklenmesi oluşturur. Mirasın reddinin iptal edilebilmesi için öncelikle mirası reddeden mirasçının mevcudunun borçlarından az olması gerekir. Kanun bu hüküm bakımından açıkça borca batıklığı aramaktadır.

Mirasın reddinin iptali davasının açılabilmesi için mirasçının sırf alacaklılara zarar verme kastı ile mirası reddetmiş olması gerekir. Bu işlem nedeniyle zararın doğması gerekmez, zarar verme kastının varlığı yeterlidir. Zarar verme kastının varlığını ispat yükünü, alacaklı veya iflas idaresi taşır. Üç unsurun mevcut olması halinde mirasçının, alacaklılarına zarar verme kastı olduğu kabul edilebilir:

1)Mirasçı aktifi pasifinden fazla olan bir mirası reddetmiş olmalıdır.

2)Bu ret işleminden alacaklılar zarar görmüş olmalıdır.

3)Mirasçının amacı, alacaklılarını mirastan mahrum etme olmalıdır.

Fakat mirasçı tamamen farklı bir amaçla- örneğin; diğer mirasçıların miras payını artırmak için mirası reddetmişse bile- bu ret işlemi sonucunda alacaklılarının zarar göreceğini öngörüyorsa yine TMK  m. 617’nin uygulanması mümkün olacaktır.

Mirası reddeden mirasçının yeterli miktarda güvence vermemiş olması, bu dava bakımından aranan bir diğer koşuldur. Mirası reddeden mirasçı, alacaklısına yeterli miktarda teminat vererek, söz konusu davayı engelleyebileceği gibi dava sonuna kadar güvence vererek davanın düşmesini de sağlayabilir. Buradaki yeterlilik, reddin iptali davası açan alacaklının alacağını; eğer mirasçının iflası söz konusu ise iflas masasına kayıtlı tüm alacakları teminat altına almak üzere ve her halde reddedilen miras payı ile sınırlı olmalıdır.

Reddin iptali davası, mirasın reddinden itibaren altı ay içinde açılmalıdır. TMK m. 609 uyarınca mirasçının mirasın reddine ilişkin beyanı, miras bırakanın son yerleşim yeri sulh hâkimine yöneltilen bir irade açıklamasıdır. Bu açıklama sulh hâkimi tarafından tutanağa ve mahkemenin esas defterine kaydedilmektedir. Reddin iptali için yasada öngörülen süre bir hak düşürücü süredir. Dolayısıyla bu süre hâkim tarafından resen dikkate alınır ve süresi içinde açılmamışsa davanın reddi gerekir.

Davanın Sonuçları

Mirasın reddinin iptaline karar verilirse, başkaca bir talebe gerek olmaksızın miras resmen tasfiye edilir. Birden çok mirasçı olması ve bir tek mirasçının mirası reddetmesi halinde, söz konusu mirasçının alacaklıları ya da iflas masası tarafından reddin iptali davası açıldığı takdirde terekenin tümü için resmi tasfiyeye gidilecektir.

Tasarrufun İptali Davası ile Karşılaştırılması

Mirasın reddini iptal davasında, bu redden yararlanan kişilerin, iptali talep eden tarafından yürütülecek takip işlemine katlanmaları gerekmez. Reddin iptaline karar verilmesi halinde mirasın reddinden fayda sağlayan kişi, elinde bulunan değerin resmi tasfiyeye tabi olmasına katlanacaktır. Tasarrufun iptali davası sadece kazandırıcı işlemleri değil; mirasın reddi gibi, borçlunun malvarlığının artışını engelleyen, alacaklının cebri icra imkânını kısıtlayan işlemleri de konu edinebilir. İİK m. 280’in uygulanabilmesi, zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilinebilir olmasını gerektirir. Farklı bir ifade ile mirası reddeden mirasçının zarar verme iradesinin, mirasın reddinden yararlanan diğer mirasçılar tarafından da bilinebilir veya bilinmesi gerekli olmalıdır.

İİK m. 280 de öngörülen ispat kolaylıkları mirasın reddi bakımından öngörülmemiştir. Örneğin; mirasın reddinden yarar sağlayan kişi, mirasçının karı veya kocası, usul veya füruu ile üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan ve sıhri hısımları, evlat edineni veya evlatlığı ise, İİK m. 280/II uyarınca mirasçının zarar verme kastını bildiği kabul edilir. Dolayısıyla ispat faaliyeti, mirasın reddinin iptali davasına kıyasla güçlük gösterir.

Bu iki dava hakkının yarışması veya iki talebin terditli olarak ileri sürülmesi mümkündür. Taleplerin terditli olarak ileri sürülmesi ihtimalinde önceliğin mirasın reddinin iptaline verilmesi ihtimalinde, mirasın reddinden faydalanan kişinin de davalı olarak gösterilmesi gerekir. Bu davada, tıpkı tasarrufun iptali davasında olduğu gibi, alacaklılara zarar verme kastının varlığı koşul vakıasının ispatı gerekecektir.

Mirastan İvazsız Feragat Eden Mirasçının Alacaklılarının Durumu

Mirastan feragat sözleşmesi, miras hakkının ortadan kaldırılması sözleşmesi olarak mirasçı ile miras bırakan arasında düzenlenir. Bu sözleşme ile muhtemel ve müstakbel bir mirasçı, kendisi lehine miras bırakanın terekesi üzerinde ileride doğacak haklardan, bir ivaz karşılığı ya da ivazsız olarak vazgeçmektedir.

Bir karşılık sağlanarak yapılan mirastan feragat sözleşmesi, sözleşmede aksi öngörülmedikçe feragat edenin altsoyu için de sonuç doğurur. Başka bir deyişle, ivaz karşılığı feragat eden saklı paylı mirasçının alt soyu saklı paylı olsa bile, feragat edenin yerine geçerek, mirasçı olamayacaktır. Feragat sözleşmesinde, lehine feragat edilen kişi belirtilmişse, feragat eden mirasçının miras payı bu kişiye ait olur. Burada bir kişi belirlenebileceği gibi birden fazla kişi de belirlenebilir. Şayet bu kişi ya da kişiler ölüm, mirastan yoksunluk, mirasçılıktan çıkarma ya da mirasın reddi sebebiyle mirasçı olamazlarsa, o takdirde feragat kendiliğinden hükümsüz olacağından, söz konusu miras payı feragat eden mirasçının olacaktır.

Tam feragat eden mirasçı, mirasçılık sıfatını kaybedeceği için miras bırakanın borçlarından da sorumlu olmayacağı gibi artık bu sıfatla dava da açamaz. Kısmî feragatte ise, mirastan daha az pay alan ya da saklı paydan mahrum olan mirasçının, mirasçılık sıfatı devam ettiğinden diğer mirasçılarla birlikte miras bırakanın borçlarından kişisel ve müteselsil olarak sorumluluğu da devam eder. Ancak ivaz karşılığı feragat etmiş mirasçı bakımından belirli şartların bulunması halinde, miras bırakanın borçlarından sorumlu olacağı yasada ayrıca düzenlenmiştir. Buradaki amaç miras bırakanın alacaklılarını korumaktır.

TMK m. 530 uyarınca miras açıldığı zaman terekenin borçları karşılayamaması ve alacaklıların tamamen ya da kısmen diğer mirasçılar tarafından tatmin edilmemiş olması halinde feragat edenin sorumluluğu doğacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki, feragat edenin sorumluluğu tali nitelikte ve sınırlıdır. O nedenle feragat eden, miras bırakanın ölümünden ancak beş yıl öncesine kadar elde ettiği ivazdan talep anında zenginleştiği oranda sorumlu olur.

Mirastan İvazsız Feragat Halinde Tasarrufun İptali Davasının Uygulanabilirliği

Miras hakkından ivazsız feragat etmiş mirasçının söz konusu müstakbel ve muhtemel miras hakkının malvarlığına eklenme ihtimali ortadan kalktığı için, alacaklılarının zarar görmesi muhtemeldir. Mirası reddeden ya da tenkis davası açmaktan imtina eden mirasçı da olduğu gibi, müstakbel ve muhtemel miras hakkı, mirasçının alacaklıları bakımından alacaklarını tahsil etme imkânını artıran ya da artırma potansiyeli olan bir değerdir.

Mirası reddeden mirasçının alacaklıları ve iflas idaresinin reddin iptali davası açması imkânı yasada açıkça öngörülmüşken, mirastan ivazsız feragat eden mirasçının alacaklıları bakımından feragat sözleşmesinin iptaline ilişkin herhangi bir hükme rastlanmamaktadır.

Doktrinde Umar, mirasın reddi işleminin İİK m. 278 hükmü, yani bir ivazsız tasarruf olarak değerlendirilip tasarrufun iptali davasına konu edilebileceği görüşünü savunmaktadır. Yazara göre mirasın reddinin borçlar hukukuna göre bağışlama tanımına uymadığı gerekçesiyle İİK m. 278 kapsamında iptale tabi kılmamak doğru değildir. Buna karşın mevcut bir hukuki ilişki nedeniyle ileride doğacak bir haktan feragat, ivazsız tasarruf olarak değerlendirilememelidir.

Bu açıklamalarımız ışığında, mirastan feragatin ancak zarar verme kastı nedeniyle iptal davasına konu edilebileceği kanaatindeyiz.

 

SON NOT.1: MAKALEDE BELİRTİLEN VE DİĞER HUKUKİ KONULU SORUNLARINIZDA BİLGİ EDİNEBİLMEK İÇİN SAYFAMIZDA VEREN ALAN SORU-CEVAP BÖLÜMÜNDEN SORULARINIZI SORABİLİRSİNİZ.

SON NOT.2: MAKALEMİZİN FAYDALI OLMASINI TEMENNİ EDERİZ. İŞ VE İŞLEMLERİNİZE ÖZEL DURUMLARIN OLABİLECEĞİNİ UNUTMAYINIZ. BU UĞURDA HAK VE ZAMAN KAYBINA UĞRAMAMANIZ İÇİN MUTLAKA AVUKATINIZA DANIŞMANIZI TAVSİYE EDERİZ.

 

Saygılarımızla,

GÜNEY HUKUK BÜROSU         

 

© 2019, Tüm hakları saklıdır, Tasarım & Geliştiren: Fik-iHayal